Cem Oyvat
Türkiye’nin AKP ile sınıf atladığı hikayesini uzun süredir izliyoruz. Hatta bu hikaye, AKP iktidarının çok sevdiği neo-Osmanlı efsanesi ile de oldukça örtüşüyor. İktidara göre, cumhuriyetin ilanından beridir uyuyan Türkiye; AKP’nin iktidar olmasıyla şaha kalkmış; kendisinden öncekilerin toplamının başardığından fazlasını başarmış; milli gelirini üçe, dörde katlayarak Osmanlı efsanesini geri getirmiş, ve neticede bir dünya devleti olma yolunda önemli bir adım atmış! Hikaye böyle…
Öncelikle şunu söyleyelim: Türkiye’de kişi başına düşen gelirin 3-4 katına çıktığı masalı bir istatistiki bir manipülasyondan kaynaklanıyor. Reel değerlere göre, Türkiye’nin kişi başına düşen gelirinin 2002-2012 yılları arasında yaklaşık % 43 arttığına geçen yazıda da değinmiştik. Türkiye’nin sınıf atlayıp atlamadığını ise çeşitli göstergelere bakarak anlayabiliriz. Dilerseniz, bu iş için önce kişi başına düşen geliri 1990-2012 yılları boyunca Dünya Kalkınma Göstergeleri veri tabanında yer alan 164 ülkeyi ele alalım, ve bu ülkeleri kişi başına düşen gelirlerine göre yıl yıl sıralayalım.

Grafik 1, Türkiye’nin 1990-2012 dönemi için 164 ülke arasındaki yerini gösteriyor. İlginçtir, grafiğe göre Türkiye’nin zenginlik sıralamasındaki yeri 1990’lardan bugüne neredeyse hiç değişmemiş; Türkiye, kişi başına düşen gelir yönünden 1990-2000 arasında 52. sıradan, 50.sıraya yükselmiş. 2001 krizi ile Türkiye’nin sıralamadaki yeri 51. sıraya düşmüş. AKP iktidarı sırasında ise Türkiye’nin yeri 50., 51., 52. sıralarda yalpalayıp durmuş. Lakin Türkiye’nin göreli yerinin sabit durduğu dönemde bütün ülkeler yerinde saymamış, “gerçekten” sınıf atlayan ülkeler de olmuş. Mesela, Grafik 1’in gösterdiği gibi 2002-2012 yılları arasında Çin kişi başına düşen gelir yönünden 104. sıradan 86. sıraya yükselmiş. Benzer şekilde aynı yıllar içinde, Güney Kore’nin sıralamadaki yeri sıralamada 34. sıradan, 28. sıraya yükselmiş. Güney Kore’nin kişi başına düşen geliri Yunanistan, Güney Kıbrıs, Portekiz gibi ülkeleri geçmiş, Güney Kore neredeyse İsrail’le aynı zenginlik düzeyine erişmiş.
Peki AKP seçmeni hayal mi görüyor?
Tabii bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: Ekonomik büyümenin AKP döneminde hızlandırdığı algısı tamamen yalan mı? Yani AKP seçmeni üstelik bunca olumsuz şeye rağmen tamamen kör olduğundan mı AKP’ye oy veriyor? Aslına bakarsanız durum tam olarak böyle değil. Zira 1990-2002 döneminde yılda ortalama %1.44 artan Türkiye’nin kişi başına düşen geliri, 2002-2012 döneminde yılda ortalama %3.62 artmış. Yani kişi başına düşen gelirdeki artış 2000’lerde, 1990’lara göre neredeyse iki katından fazlasına çıkmış.
Lakin zenginleşmedeki hızlanma sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil. 1990’lar ve 2000’lerin ilk yılları gelişmekte olan ülkelerin ciddi bir kısmının hiperenflasyon, düşük büyüme ve ekonomik krizlerle boğuştuğu bir dönem olurken; küresel ekonomik kriz dönemini saymazsak, 2000’lerin devamı gelişmekte olan ülkeler için şanslı bir dönem oldu. Zira bu dönemde gelişmekte olan ülkelerdeki enflasyon makul düzeylere inerken, ekonomik büyüme 1990’lara göre belirgin bir şekilde arttı. Hal böyle olunca da, sadece Türkiye’de değil birçok gelişmekte olan ülkede (mesela Brezilya’da, Arjantin’de, Rusya’da, Venezuela’da) iktidara gelen siyasi akımlar/partiler 2000’ler boyunca değişmedi.
Türkiye’ye yakın gelirli ülkelerdeki büyüme oranlarının 2000’lerde artmasının iki önemli nedeni var. Birincisi, Amerikan Merkez Bankası’nın 2000’ler boyunca uyguladığı açık para politikası ve bununla birlikte artan finansallaşma sürecinin yarattığı likidite bolluğunun desteğiyle, gelişmekte olan ülkelere ciddi bir sermaye girişi oldu (IFF, 2014; ya da bu link). Artan sermaye girişleri, “iyi” dönemlerde gelişmekte olan ülkelerin büyümesine destek oldu. Bu ülkeler 2000’lerde, hem 1990’lara göre borçlanma yönünden sıkıntı çekmedi, hem de Türkiye gibi yüksek miktarda cari açık verseler bile enflasyon oranlarını ciddi miktarda arttırabilecek kur şokları yaşamadı. Tabii bu durumun istisnaları var. Mesela 2008-2009 küresel krizi özellikle Türkiye gibi cari açık problemi yaşayan ve bunu sermaye girişleriyle finanse etmeye çalışan ekonomileri fena vurdu. Türkiye’nin kişi başına düşen geliri, Başbakan Erdoğan’ın “kriz bizi teğet geçti” söyleminin aksine 2007-2009 döneminde % 6.55 kadar azaldı. Benzer şekilde Amerikan Merkez Bankası’nın bugünlerde gündeme getirdiği para arzını yavaşlatma planı nedeniyle, sermaye girişlerine bağlı olan ekonomilerdeki balon sönmeye başladı. Hatta bu ülkeler için “kırılgan beşli” gibi isimler kullanılmaya başlandı. Türkiye’nin 2013 yılında yalpalamaya başlamasını veya Türk Lirası’nın dolar karşısındaki değer kaybını da; Gezi Direnişi veya 17 Aralık Operasyonu’ndan ziyade uluslararası konjektürdeki değişim ve bahsettiğimiz yapısal faktörlerle okumak daha doğru olacaktır.
Orta gelirli ülkelerdeki büyüme artışı arkasındaki ikinci neden ise Türkiye’deki büyümeye yardımcı olmayan, hatta Türkiye’yi olumsuz etkileyen bir faktör. 2000’lerde, özellikle Çin’deki hızlı büyümeye bağlı olarak emtia özellikle petrol ve diğer doğal kaynakların fiyatlarında ciddi bir artış gerçekleşti. Bu durum, doğal kaynaklara bağlı ekonomilerin büyümesine katkı sundu.
Rakamlar ne diyor?
Peki bütün bu dönemde gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranları ne oldu? Tablo 1; Dünya Kalkınma Göstergeleri’ne göre düşük, düşük-orta, yüksek-orta ve yüksek gelirli olarak sınıflanan ülkelerin kişi başına düşen gelirlerindeki ortalama yıllık artışı gösteriyor (1). Hemen belirtelim, Türkiye bu sınıflamada 2003 ve öncesine kadar düşük-orta ülkeler arasında yer alırken, 2004 yılında yüksek-orta gelirli ülkeler sınıfına atlıyor. Yani karşılaştırma yaparken hem yüksek-orta, hem de düşük-orta gelirli ülkelerin ortalamalarını dikkate almakta fayda var.

Öncelikle, Tablo 1’e göre 2002-2012 döneminde yüksek gelirliler haricindeki bütün gelir gruplarında kişi başına gelirdeki ortalama artış 1990-2002 dönemine göre yükselmiş. Dikkat ederseniz, 2002-2012 döneminde Türkiye’nin ortalama büyüme oranı düşük-orta ve yüksek-orta gelirli ülkelerin küçük bir miktar, 0.2-0.5 puan kadar üzerinde kalmış. Fakat benzer bir durum 1990-2002 dönemi için de geçerli; yani Türkiye’nin büyüme oranı, bu dönem boyunca dahil olduğu düşük-orta gelirliler grubunun üzerinde olmuş. Yani Erdoğan hükûmeti, Türkiye’deki zenginleşmenin göreli hızında bir fark yaratmamış.
Tabii yukarıda bahsettiğimiz gibi birçok gelişmekte olan ülkelerdeki büyüme artışı, aslında Türkiye için olumsuz olan bir faktörle, yani doğal kaynaklardaki fiyat artışı ile açıklanıyor. Bu etkiyi dışarıda bırakmak amacıyla benzer bir analizi petrol bağımlısı olmayan ülkeler için de yapabiliriz (2). Tablo 1’in gösterdiği gibi petrol bağımlısı ülkeleri dışarıda bıraktığımızda, düşük-orta ve yüksek-orta gelirli ülkeler için 1990-2002 ve 2002-2012 dönemleri arasındaki fark bir miktar kapanıyor. Fakat Türkiye’nin kişi başına gelirindeki ortalama artış, düşük-orta ve yüksek-orta gelirli ülkelerin hala sadece 0.40-0.50 puan civarında üzerinde kalıyor. Bu durum yine Türkiye’deki büyümenin, AKP döneminde gelişmekte olan ülkelerden farklı artmadığına işaret. Zira, Türkiye’nin kişi başına gelirindeki artış, 1990-2002 döneminde de petrole bağımlı olmayan düşük-orta gelirli ülkeler grubunun ortalamasının 0.55 puan üzerinde kalmış.
Yani özetlersek: 1) AKP döneminde, Türkiye’nin zenginleşmesi anlamlı bir oranda hızlandı. 2) Lakin Türkiye’nin zenginleşmesindeki hızlanma AKP hükûmetinin özel bir başarısından ziyade, uluslararası konjektürdeki değişimin bir sonucu oldu. 3) Ne var ki, sermaye girişlerinin desteklediği balon ekonomisi modelinin artık sonuna gelindi. Türkiye, eğer ekonomik modelinde yapısal değişiklikler yapmazsa, önümüzdeki dönemlerde olası krizlerle, artan kur baskısı ve enflasyon tehdidi ile karşı karşıya kalacak. 4) Artan ekonomik sorunların, mutlaka siyasi yansımaları olacak; AKP iktidarının Gezi Direnişi ile başlayan itibar kaybı, ekonomik sorunların eklemlenmesiyle büyüyecek. Bu durum, muhtemelen AKP iktidarının sonunu hızlandıracak.
(1) Ülkelerin gelir düzeylerine göre sınıflaması, Dünya Bankası’nın yayınladığı Dünya Kalkınma Göstergeleri’nin sınıflamasına göre yapılmıştır. 1990-2002 dönemi için 1990 yılındaki sınıflama; 2002-2010 dönemi için 2012 yılındaki sınıflama baz alınmıştır.
(2) Petrol bağımlısı ülkeler, 2002-2012 arasındaki herhangi bir yıl için, IMF’nin World Economic Outlook raporlarında ana ihracat maddesi petrol olduğu belirtilen 20 ülkedir. Bu ülkeler; Brunei, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Gabon, Rusya, Suudi Arabistan, Trinidad ve Tobago, Venezuela, Angola, Azerbaycan, Cezayir, Kongo Cumhuriyeti, Ekvador, Kazakistan, Türkmenistan, Yemen, Çad, Ekvator Ginesi, Nijerya ve Sudan’dır.