Cem Oyvat
Başbakan seçim dönemi yaklaştıkça milli gelirdeki artış meselesi yeniden gündeme getirdi. Malum yerel seçimlerin de gündemi yolsuzluk olunca, Erdoğan bu kez meseleyi yolsuzluğa bağlamış; son yaptığı konuşmalarında diyor ki:
“Kardeşlerim, bakınız göreve geldiğimizde Kasım 2002. Türkiye’nin milli geliri neydi biliyor musunuz? 230 milyar dolardı. Bugün Türkiye’nin milli geliri ne biliyor musunuz? 800 milyar dolar. Osmanlı’dan, Cumhuriyet tarihi dahil, 79 sene sadece Cumhuriyet tarihinde gelinen rakam 230 milyar dolar. Biz 10 senede bunun üzerine 570 milyar dolar ilave ettik. 800 milyar dolar… Kardeşlerim yolsuzlukların olduğu bir iktidar bunu yapabilir miydi? 10 sene, 10… 79 senede 230, 10 senede 570… Farkımız bu.“
Öncelikle şunu söyleyelim. Ekonomik büyümenin miktarı, yolsuzlukların gerçekliğiyle ilgili hiçbir şey kanıtlamıyor. Zira, “yolsuzlukların olduğu ülkeler büyüyemez” diye bir kaide yok. Hatta iktisat literatürü, çoğunlukla yolsuzluk ve büyüme arasında doğrusal bir ilişki gösteremiyor. Yolsuzlukların şeklinden, ülkenin yapısına kadar birçok faktör; yolsuzluk-büyüme ilişkisi üzerinde rol oynuyor (1). Kaldı ki, AKP dönemindeki yolsuzlukların bu zamana kadar ülkeyi dar boğaza sokmaması, bundan sonra da sokmayacağı anlamına gelmiyor. Zira iktidarın yargı üzerindeki artan baskısı, yolsuzlukları giderek arttıracak müşevvikler yaratıyor.
Milli gelirin 570 milyar dolar arttığı söylemi ise Erdoğan’ın ısrarla yaptığı bir veri manipülasyonu. Burada sorunlu olan üç mesele var:
1) Ekonomik büyüme toplama-çıkartma ile değil, yüzde artışa göre tespit ediliyor. Eğer ekonomik büyüme Erdoğan’ın yaptığı gibi hesaplansaydı, ABD’nin son dönemdeki ekonomik performansının Türkiye’ye kıyasla 10 kat daha iyi olduğunu söylememiz gerekirdi. Çünkü 2002-2012 yılları arasında ABD’nin milli geliri cari fiyatlara göre 5.5 trilyon $ artış gösterdi. Ne var ki, ekonomik büyüme Erdoğan kullandığı yöntem ile hesaplanmıyor.
Dünya Bankası verilerini kullanarak milli gelirdeki yüzde değişime bakarsak, 2002-2012 yılları arasında milli gelirin cari fiyatlara göre %243 arttığını görüyoruz. Yani 2002’de 228 milyar $ olan milli gelir (GSYH), 2012’de 782 milyar $’a yükselmiş (2). Diğer yandan, Osmanlı-Cumhuriyet tarihi bir yana, Dünya Bankası serisinin başladığı 1967 yılı ile 2002 yılı arasında bile Türkiye’nin milli gelirinin % 1362 arttığını görüyoruz (tabii yine cari fiyatlara göre hesaplanınca). Yani AKP iktidarının, Osmanlı İmparatorluğu’nun, üstüne Cumhuriyet döneminin aldığı yolun iki-üç katı kadar yol alması gibi bir durum kesinlikle yok!
2) Yukarıdaki bahsettiğimiz %243’lık artışın 32 puanlık kısmı, gelişen yaşam koşullarından değil, nüfus artışından kaynaklanıyor. Zira, ortalama yaşam koşullarını gösteren kişi başına düşen gelirin, 2002-2012 yılları arasında (yine cari fiyatlara göre) %211 arttığını görüyoruz. Yani nüfus artışı, kişi başına düşen gelir artışının bir kısmını maalesef yiyor.
Aslına bakarsanız, Erdoğan önceki seçimlerde kişi başına düşen gelirdeki 2-3 katlık artışa daha çok dikkat çekiyordu. İlginçtir, Erdoğan bu son seçimde ortalama yaşam koşullarını gösteren “kişi başına düşen gelir”den ziyade; “devletin”, “ülkenin” gücünü gösteren “toplam milli gelir” istatistiğini kullanmayı tercih ediyor.
3) Ekonomik büyüme, Erdoğan’ın yaptığı gibi dolardaki değer kaybını dikkate almayan cari fiyatlara göre hesaplanmıyor. Çünkü ekonomik büyüme hesabında esas olan toplam gelirin parasal miktarındaki artış değil, toplam reel gelirdeki artıştır. Bunu şöyle açıklayalım: Sadece elma üreten kapalı bir ekonomi düşünelim. Eğer bu ekonomide elma üretimi 1000’den 1100’e çıkmışsa, o ekonomideki ekonomik büyüme % 10 olmuştur. Burada artık elmanın fiyatının 2 dolardan 3 dolara çıkmış olmasının bir önemi olmaz. Bahsettiğimiz “elma ekonomisi”’ndeki 10% büyümeyi tespit edebilen de sabit fiyatlara göre hesaplanan milli gelirdir.
Sabit fiyatlara göre hesaplanan kişi başına düşen milli gelirdeki artış ise, 2002-2012 yılları arasında % 44 olmuştur. Yani kişi başına milli gelirdeki görünür artışın 167 puanı dolar bazındaki fiyat değişimlerinin yarattığı aldatmacadır. AKP iktidarı ise uzun süredir ısrarlı bir şekilde bu aldatmacayı kullanmaktadır. AKP iktidarının bu tutumu en kibar ifadeyle etik olmayan bir tutumdur.
Peki kişi başına düşen gelirdeki % 44’lük artış ne derece önemli bir başarı? Bu artış ekonomik bir mucize mi, yoksa uluslararası konjonktüre bağlı bir sonuç mu? Dilerseniz bu soruların cevabı da önümüzdeki yazıların konusu olsun…
Notlar:
(1) Yolsuzluk-büyüme tartışmasını konuyu dağıtmamak adına başka bir yazıya bırakıyorum. Lakin merak edenler birkaç kelam edelim… Yolsuzluk endeksleri kullanarak, yolsuzluk ve büyüme arasındaki ilişkiyi test eden akademik çalışmalar var. Lakin, bu çalışmaların birçoğu (mesela Rock ve Bonnett,2004; Mendez ve Sepuzveda, 2006; Sindzingre ve Minelli, 2010) bu iki değişken arasında doğrusal bir ilişki gösteremiyor. Diğer yandan David C. Kang tarafından yazılmış olan Ahbap-Çavuş Kapitalizmi (Crony Capitalism) isimli bir kitapta ise; Güney Kore’de yoz olduğu söylenen Filipinler kadar yolsuzluk yapıldığı, buna karşın Güney Kore’nin Filipinler’den çok daha hızlı büyüdüğü anlatılıyor. Yani kitaba göre yolsuzlukların olduğu bir ülke de “ekonomik mucize” yaratabiliyor.
(2) 2013’teki ekonomik büyüme henüz hesaplanmadığı için geçen yılla ilgili kesin bir şey söyleyemiyoruz. Lakin cari fiyatlara göre 2013’te milli gelirin 820 milyar $’ı zorlaması muhtemeldir.
One thought on “Milli Gelir Safsataları”